Homeopati Tarihçesi

“Benzer şeyler, benzerleriyle tedavi edilebilir’’ savına dayanan Homeopati; vücudun kendi kendini tedavi edici yanıtlarının uyarılmasıyla iyileşmenin sağlandığı doğal bir tedavi şeklidir. Bir Alman olan Dr. Christian Friedrich Samuel HAHNEMANN ise Homeopati’nin kurucusudur. Benzerlik ilkesi Hipokrat ve Paracelsus gibi birçok hekim tarafından daha önce de dile getirilmiştir. Homeopati, hem Doğu Asya’da geleneksel olarak hem de eski batı uygarlıklarında öncelerden beri uygulana gelen bir yöntemdir. Hahnemann bunu sistematize etmiş ve prensiplerini oluşturarak Homeopatiyi şekillendirmiştir.  10 Ağustos 1779’da Erlangen Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olarak hekimlik diplomasını almıştır. Yaşadığı dönemin geçerli olan tıbbi uygulamalarından farklı bir görüşe sahip olan Hahnemann “Hastalıklar nasıl oluşur ve nasıl en sorunsuz ve kalıcı olarak tedavi edilirler?” soruları ile ilgilenmiştir.  Frengi’nin, frengiyi bastıran ve ortadan kaldıran frengiye benzer bir uyarıyı başlatılarak tedavi edilmesinin ortaya konması Hahnemann’ın tıp dünyasına kattığı ve heyecanla karşılanan bir gelişmedir. Bu tedavi şekli Homeopati’nin temeli olan benzerlik yasası’nın Hahnemann tarafından ilk tanımlanışıdır. Bu makaleden kısa bir süre sonra bir kitap çevirisi sırasında sıtmada Cinchona calisaya (kınakına bitkisi)’nın mide üzerindeki kuvvetli etkisinin anlatıldığı paragraftan etkilenerek Kınakına’yı kendi üzerinde denemeye karar vermiştir. Bunun üzerine gün içinde küçük dozlarla kınakına almıştır ve kısa süre içinde de bedenindeki sıtma benzeri etkilerini gözlemlemiştir. İlacı kestiğinde etkiler kaybolmakta, tekrar aldığında yeniden çıkmaktadır. Kendi kendine yaptığı bu deneme ile Hahnemann başarılı tedavi yönteminin temellerini atmış olur. Kinin sağlıklı insanlarda sıtma benzeri yakınmalara neden olan bir ilaç hastalığına yol açarken, sıtmada da yakınmaları ortadan kaldıran etkili bir ilaçtır. Bu deneme Hahnemann için bir dönüm noktası olmuştur. Aynı zamanda bu ilk kinin deneyi homeopati’nin dünyadaki kuruluş yıl dönümü (1796) olarak kabul edilmektedir. Hahnemann, benzerlik kuralını “Daha zayıf bir dinamik etkilenim, benzer ve daha güçlü olan bir etkilenim tarafından ortadan kaldırılır” şeklinde açıklamaktadır. Herhangi bir hastalık sonucunda ortaya çıkan semptomlar, hastalığın kendisi değil, organizmanın hastalığı yenip tekrar homeostazisi sağlamak amacıyla oluşturduğu reaksiyonlardır. Bu nedenle konvansiyonel tıpta yapıldığı gibi anti-semptomatik bir tedavi uygulamak hastalığın sebebini değil, oluşturduğu belirtileri ortadan kaldıracaktır. Homeopati organizmayı fiziksel, fizyolojik ve duygusal açıdan değerlendirerek hastalığı bireyselleştirir ve ona göre tedavi eder. Bir başka deyişle homeopatide "hastalık" yoktur, "hasta birey" vardır. Homeopatik felsefeye göre hastalık durumunda oluşan belirtiler, enfeksiyon etkenleri veya stres gibi durumlara uyum sağlamak amacıyla oluşan reaksiyonlardır. Hahnemann, bir hastanın bir hastalığı varsa, sağlıklı bir kişiye verildiği takdirde, aynı hastalığa benzer semptomlar üretecek, ancak daha parlak bir dereceye sahip bir ilaç vererek tedavi edilebileceğine inanıyordu. Bu nedenle, bir hastada şiddetli bulantı hastası olsaydı, sağlıklı bir kişide hafif mide bulantısını kışkırtacak bir ilaç verildi. Hahnemann, "kanıtlamak" olarak adlandırdığı bir süreçle, uygun çözümlerin bir seçimini yapabildiğini iddia etti. Hahnemann’ın geliştirdiği klasik homeopatide hastalığın resmine, görünümüne, semptomlara uyan sadece tek ilaç kullanılır, farklı ilaçlar birbirine karıştırılmaz. Homeopatik ilaçların etkinliklerinin araştırıldığı çalışmalar da tek ilaç üzerinden yapılmaktadır. İlaçların etkilerini açıklamak üzere yayınlanan Materia Medica’larda ilaçların etkileri ayrı olarak açıklanmaktadır. Bunun sebebi hastanın durumuna ancak bir ilacın benzerlik göstermesidir. Birden çok ilaç kullanımı söz konusu olduğunda, ortaya çıkan etkilerden hangi ilacın sorumlu olacağı bilinemez. Birden çok ilacın verilmesi toplam etkiyi arttırıcı yönde bir gelişmeye neden olmaz. Tam tersi etkilerin birbirine karışmasına yol açmaktadır.

Constantine Hering de, Homeopati'nin dünyadaki gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur. Başlangıçta Homeopati'yi yasal olmayan bir tıp yöntemi olarak çürütmek için yola çıkarak, iltihaplı ve ciddi şekilde enfekte olmuş bir yara için tedavi edildiğinde “dönüştürülmüş” hale geldi. Hahnemann, homeopatinin neredeyse tüm hastalıkları tedavi edebileceğini iddia ediyordu. Takipçileri ise bu iddiaları, ortodoks tıp pratisyenleri tarafından kabul edilip edilmeyeceğini bekliyordu. 19. yüzyılın sonunda kurulan Homeopati Enstitüsü, Homeopatiye adanan ilk kurumlardan biridir. Homeopatlar ve geleneksel hekimler arasındaki yakınlaşma da bu dönemde yavaş yavaş ortaya çıkmıştır. Özellikle Hering, Homeopatik Tedavinin ateşli bir destekçisidir. Amerika ;Birleşik Devletleri’ne taşındıktan sonra da alana önemli katkılarda bulunmaya devam ettiği görülmüştür.

İyileşme, içten içe doğru başka bir deyişle en derin seviyeden, (zihinsel ve duygusal) dışsal ( deri ve ekstremiteler ) seviyeye doğru ilerler. İyileşme, orijinal görünüşün tersi sırayla seyreder. Yani önce içimiz iyileşir bu iyileşmeyi fiziksel iyileşme takip eder. Hering bu gibi ilkeleri çalışmaları ile Homeopati’ye kazandırmıştır.  Bugün bütün dünyada kullanılan bu yöntemin özellikle Avrupa, ABD ve Hindistan’da klinikleri ya da homeopati departmanını içeren hastaneleri mevcuttur. Özel sağlık sigortaları bazı ülkelerde homeopatik tedaviyi de kapsamaktadır. Homeopati yöntemiyle her geçen gün daha fazla insan tanışmakta ve daha fazla insan bu tedavi yöntemi sayesinde çeşitli ruhsal ve fiziksel rahatsızlıklarına çözüm bulma şansı elde etmektedir.